10 Haziran 2010 Perşembe

İSLAMDA AYRIŞMA MI, BÜTÜNLEŞME Mİ GEREKLİ?

Böyle bir sorunun cevabına hemen hemen her müslüman elbette bütünleşme der. Ancak işin ötesine gidildiğinde  ama, lakin gibi kelimelerle nerede bütünleşileceğinin adresini  göstermeye kalkarlar. Daha sonra da  teferruat olarak yaptıkları  tanımlara  bir başka deyişle farklılıklara dört elle sarılarak olmazsa olmaz sınırına taşındığı görülür. Sonuçta anlaşılır ki teferruat diye dışa karşı geliştirilen söylem aslında hiç de öyle değil. Meğer  işin özünde "bütünleşme" onlar için bir anlayış değil kelimeden ibaret ya da herkesin kullandığı sanal bir aksesuar!.
       Pekiyi  farklılıklar olmasın mı? Elbette olsun. Zaten olmaması mümkün değil. Olmalıdır da. Yalnız bu farklılıklar bizleri tekfire ve tefrikaya götürmemeli. Her insanın doğru bildiği ya da doğru olarak öğrendiği şeylerin hatalar olabileceğini peşinen kubul etmesi gerekir. Çünkü her öğrendiğinin doğru olması zaten mümkün değil.  Kişiler öğretilerini hangi ortamda yetişmişse kimin etkisi altında kalmışsa bulunduğu ortamın doğruları onun doğruları olup cıkıyor. Sürecin genelde böyle işlediği ile ilgili genel kanaat  böyledir. Nadiren de olsa bunun dışında anlayış geliştiren insanlarda mevcuttur. Bu da her insan için kolay bir şey değil. Kendi doğrularının yanında   bir başka  doğrulara  doğru yol almak!.


Tartışma ortamına giren ya da kendi doğrularını etrafla paylaşmak isteyen kimseler kendi argumanlarına delil geliştirmek  için aynı doğruları paylaştığına inandığı kendinden  daha bilgili olarak kabul ettiği kimselerin sohbet yada kitaplarından faydalanarak kendini geliştirmeye calışır.


Hasbel kader dinlediği ya da kitabını okuduğu kişi ya da kişiler, farklı doğruların insanı ise, o zaman o yöne doğru bir kayma olur.
Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum. En doğru yol Allahın doğrularıdır. Her insan Allahın doğrularının bütününe doğrudan ulaşamayabilir. Ama o kadar çok ulaşacağı doğrular var ki. Kendini kurtarması için bu doğrular ona yeterlidir. Hz Kuran ve Hz Peygamberimizin güzel sözleri hadis ve sünnetleri. Bunlara dört elle sarıldı mı  yeterli. Diğer  sihirli  ve felsefi söylemler insanları coğu zaman yanıltırlar. Yani KURAN-HADİS-SÜNNET de ayrışma olmamalıdır. Ama bugünkü toplumda dün olduğu gibi bunlarda da ayrışma cıkartmaya calışan insanların mevcut olduğunu unutmamak gerek. Bu her zaman olagelmiştir. Bunların amacı ya farklı söylemlerle dikkati cekmek, meşhur olmak, ya yanlış bilgilerin kölesi olmak, ya birilerinin amacına hizmet ediyor olmak misyonerlik gibi. ya da büyük bir gaflet içinde olup Allah düşmanlığı yapıyor olmak gibi tanımlarla izah edilebilir.
Bu arenada  şöyle bir cıkmazın olduğu da unutulmamalı. En doğru yol Allah'ın doğruları denildi ya. Her söylem sahibi kendi doğrularını bu sözle delilendirmeye kalkıyor. "Bu sefer ne yapmalı?" gibi bir soru daha cıkıyor karşınıza. O zaman insan Kuran'da belirtildiği gibi aklı kullanmalı aklını birilerine kiraya vermemeli, akletmeli. Kuran insanlar anlasın ve anlaşılsın diye gönderilmiş bir kitaptır. Bugün günümüz toplumunda her düşünce kendi doğrularına Kurandan deliler  getirmekte. Kuranı birileri tevil ediyor. Bir başkası bu tevilin anlaşılması için başka tevil geliştiriyor daha sonraları tevilin tevilinin tevili geliştiriliyor bu sürüp gidiyor. Öyle bir hal alıyorki ortada Kuran diye bir şey kalmıyor. 
      Taklitten uzaklaşarak hakikaten dini anlamak isteyen akıl sahiplerinin işi o kadar kolay değil. Bunun için epey bir mesai harcanması gerekiyor. En azından tarih boyunca toplulukları yanıltmayan bugünlere kadar ulaşan islam klasikleri olarak adlandırılan kaynaklar mevcut elimizde. Bunların açtığı yolda bugünün gerceğinide yansıtabilecek islam aydınları da mevcut içimizde. Bunların  meşhur olmak ya da farklı söylemlerden para kazanmak gibi bir amaçları da yok şükür.
       İslam inancında var olan    ve Kuran'da iman edilmesi gereken emirler olarak belirtilen hususlar hangi çağda olursak olalım asla  değişmez, değiştirilemez ve güncellenemezler. Bunlarda yorumlarda yapılmamalıdır. Yorumlara gidildiğinde Peygamberlerden sonra   bir başka peygamberin veya onların denginin varolduğu, Hz Peygamberden sonra vahyin gelmeye devam ettiği, Kuran'da acıkca belirtilmeyen bir takım kurumlar geliştirilerek bunlara iman edilmesi gerektiği gibi tarihdeki bir çok siyasi eğilimlerin dinleştirildiği,  bu bakış acısını kabullenmeyenlerin ise tekfir edildiği görülmektedir. Bu ayrıntıların altı,  yüz yıllardır  doldurulmakta islamın esas emirlerin gölgede kalmasına sebap olmaktadır. Bu arguman sahiplerinin savunduğu fikirlere katılmayanlara itibar etmeyenlere söyledikleri şey polemikten öte bir şey de değildir. Kademe kadebe islama sonradan sokulan bidatları, bunların nasıl dinselleştirildiği, kimler tarafından yapıldığı, hangi argumanları kullandığı, islama fayda yada zararlarının neler olduğu hususlarını İnşallah bu sayfalarda işleyeceğiz.

                     Hasan Hüseyin Odabaşoğlu
                     Eğitimci- ANKARA
  .








.

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa